Değerli konuklarımızla Emma Goldman - Anarşizm Neyi Savunur? kitabınını konuştuk
-
Kitabın en vurucu sözü :Bu zamanın siyasi suçlusu, başka bir çağda kahraman, şehit ya da aziz olabilir.
Kitabın en vurucu sözü :Tüm hayvan topluluklarında dayanışma, burjuvaların O! sürekli övdüğü “yaşam mücadelesiyle” karşılaştırılamayacak kadar önemlidir.
Dilerseniz size kısaca Kropotkin’den bahsederek konuya hızlı bir girizgah yapayım. Kropotkin bir rus soylusu ve sanıldığının aksine her rus soylusu gibi asker ya da kulak olmak yerine bir bilim adamı olmuş.
Genelde biz kendisini anarşist düşünceleriyle tanımamıza rağmen kendisi bir bilim adamı. Burası önemli çünkü diğer anarşistlerin aksine Kropotkin kafasında kurduğu anarşist dünya sistemini romantik söylemlere değil, bilimsel verilere dayandırarak savunmuş nadir kişilerden.
Kropotkin hazretleri, Darwin’nin evrim teorisine bir alternatif olarak yazdığı Karşılıklı Yardımlaşma kitabında zannedilenin aksine, türlerin evrimsel olarak başarılı olmasının tek yolunun sürekli çatışma olmadığını, türlerin karşılıklı yardımlaşması olduğunu söylüyor.
-
Hemen kitabın ön sözü, ademin elma hikayesiyle başlar. Burada Bakunin elmanın aslında bilgi olduğunu ve tanrının gerçekte ademe yani insana bilmeyi ya da sorgulamayı yasakladığını bir metaforla anlatır ve bir özet yapar.
“Bilgi ağacının meyvelerine dokunmak yasaklanmıştır. Böylece, sonsuza kadar bir hayvan olarak kalması, ebedi Tanrısı, yaratıcısı ve efendisi önünde hep dört ayak üzerinde sürünmesi iste nmiştir İnsandan. Ama bu noktada, şeytan, ebedi isyancı, dünyanın ilk özgür düşünürü ve kurtarıcısı sahneye çıkar. O, insanın kendi hayvani cehaletinden utanmasını sağlar, onu kurtarır, itaatsizliğe ve bilginin meyvesini yemeye zorlar ve hikaye başlar…
Aslında ilk buradan başlayınca Tanrı ve Devlet kitabının bir hikaye kitabı olduğunu düşündürtebilir ama ilerledikçe taşlar yerine oturmaya başlayacak ve aslında tanrı denilen şeyin tanrının ekmeğini yiyen ruhban sınıfı ve şeytan denilen şeyin aydınlanma hareketini başlatan devrimcileri anlattığını ki zaten hep öyle de olur insanların sömürülmemesini isteyenler hep şeytan ya da daha sokak ağzıyla allahsız Goministler olarak adlandırılır.
o yüzden benzetmeler CUK! oturmuş diyebilirim.
Adem’in de bizatihi halkının kendisini temsil ettiğini zaten biliyoruz.
Yani binlerce yıllık mitlerde bile hep aynı terane döner.
Sömürenler ve sömürülenler ya da Coni Sins ve holly hendrixler ve ya Nuri Alço ve Gazozuna İlaç atılan kız. - #Anarşist #Mihail #Bakunin #Tanrı #Devlet #Kitap #Radyo #Sohbet #Klasikmüzik
Sinir Bozucu Serisi'nin son çalışması: Sinir Bozucu 04. Bu seriyi yapmamda ki amaç sinir bozmaktı. Çalışmalara göz atarken Dimitri Şostakoviç dinlemeniz dileğiyle.
Anarşist düşünür P.J Proudhon’un Sanatın Prensibi kitabı üzerine felsefi muhabbetler... --- Video Metin Kısa Özet Anarşist J.P Proudhon- Sanatın Prensibi Proudhon Fransız bir anarşist düşünür ve en bilindik kitabı ise Mülkiyet Nedir? Her halde akıllar da yer etmiş en bilindik sözü de “Mülkiyet Hırsızlıktır” Emin olun eğer kirada oturuyorsanız bunu çok daha iyi anlarsınız. Şimdi sizlere Sanatın Prensibinden bahsedeyim. Kısaca genel bir özet yapmış ve tüm sanat tarihini şu şekilde özetlemiş. Yunan sanatı kendini kültleştirmiş ve putperestti. Hristiyan sanatı İsa’dan dolayı spiritüalist ve çileciydi. Rönesans yarı Hristiyan yarı pagandı. Nihayet bunların hepsinden soyutlanarak Hollanda Sanatı doğdu. Hollanda Sanatı Liberalizmden ve demokrasiden kendine egemen tip olarak, kendine halkı seçmişti. Ayrıca Proudhon sanatı ide ve idealar dünyası diye ikiye ayırarak açıklıyor ve şöyle diyor. İDE: Kilise İsa portresi isteniyor. İDEA: Acı çeken İsa, muzaffer İsa, şefkat dolu isa, masum isa. Nasıl sanatçı ideal aracılığıyla iktidarsızlığa varıyorsa, hayatı din kardeşine model olması gereken din adamı da, Teoloji aracılığıyla ahlaksızlığa varabilir. der Proudhon. ve burada ki temel düşünce ide den kopan ve sadece ideal üzerinde yoğunlaşan sanat ve din ki ikiside idealisttir. Toplumu yozlaştırır der. --- Pierre Joseph Proudhon - Sanatın Prensibi Pierre Joseph Proudhon - Mülkiyet Nedir Frans De Waal - İçimizdeki Maymun? Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi --- Zbigniew Preisner : Requiem for My Friend https://youtu.be/rB_EY3M3lvM
Kısa ve ilginç bilgiler başlıklı, bilimsel çizgi roman serisinden, ilk çizdiğim Antropik İlke Nedir? çalışması. Aslında ilk olarak bitirmeden yayınlamayı düşünmediğim fakat sonrasında konsepte başlamadan önce konuyu sabitlemem gerektiğini fark ettiğim seri. Neticede bilim bir derya. "Ben bir yerden başlayalımda... kervan yolda düzülür"dedim fakat sonrasında olaylar çıkmaza girince iptal ettiğim. Şimdi elimde bulunan 3 adet çizgi roman sayfasını,günler içinde siz milyonlarla paylaşacağım.Sonrasında düzgün bir konu belirledikten sonra çizgi roman çalışmama tekrar başlayacağım. Güzel günler. - selametalkan.com
Ne Düşünmüştüm? Soru: Tanrı ve hayvan arasındaki ortak nokta nedir? Kağıt Toplayıcı, Tanrı ve Toplum çalışmasından bahsetmeden bu süreçte Proudhon'un Sanatın Prensibi kitabının beni sarstığını söylemek zorundayım. Kitaptan alıntıları sizinle yazının sonunda paylaşacağım. Kağıt Toplayıcı çalışmasına dönecek olursak:Kağıt Toplayıcının yolu onun hayatını temsil ediyor. Ömrünün uzay zamandaki karşılığını. Siyah olan kısımlar ise toplumu, kediler: bilinçsizliği, yolun sonundaki siyah silüet ise tanrıyı temsil ediyor yani yüksek bilinçliliği. Tanrının ve toplumun ortak renklerde olması aralarındaki paralelliğe gönderme yapıyor.
Kağıt Toplayıcının arkasında kalan papatya Kağıt Toplayıcının umutlarını ve umutlarını ömrünün sonuna doğru geride bıraktığını anlatıyor. Sonuç olarak: Kağıt Toplayıcı, Tanrı ve Toplum çalışması, toplumun bireyin üzerindeki kötülüğünün sıradanlığını anlatıyor. Buradaki asıl mesele kötülük! Toplumun Kağıt Toplayıcı üzerindeki kötülüğü... Dünyanın bu halde olmasına sebep olmayan kişinin, dünyanın bu halde olmasına sebep olan kişilerin hizmetkarı olarak yaşamak zorunda bırakılması, safi kötülükten başka bir şey değildir. Tam da burada ileride çok katılamayacağım bir şey anlam kazanıyor. "En büyük kötülükleri yapanlar, hatırlamayanlardır." - Hannah Arendt Evet Kağıt Toplayıcıya bunu yapanlar onun için üzülürken sürecin buraya nasıl geldiğini hatırlamıyor ve hatta yaptıkları şeyin farkına bile varmıyorlar. Tam da şimdi en baştaki soruya gelelim. Tanrı ve hayvan arasındaki ortak nokta nedir? Tanrı ve hayvanın ortak noktası kötülük yapamaz olmalarıdır. Saf bilinç ve saf bilinçsizlik yüzünden kötülük yapmaları imkansızdır. Acı verebilirler, canımızı yakabilir ya da bizi öldürebilirler ama bunu kötülük yapmak için yapmazlar / yapamazlar. Kötülüğü sadece insan yapabilir çünkü insan saf değildir. Kağıt Toplayıcı çalışmasında da kötülük tanrıdan ya da hayvandan değil toplumdan kaynaklanır.
Belki toplum Harent'in de dediği gibi bunu bilinçsizce yapıyor olabilir kötülüğü sıradanlaştırdığı için ama bu bilinçsizlik hali de en basit mantıkta insanı hayvanlaştırıyor. Oysa bütün toplumsal suçların temelinde insanın tanrılaşma çabası yatar.
İşte bu da hayatın ironisi.
Proudhon Sanatın Prensibi
Şimdi sizlerle Proudhon'un Sanatın Prensibi kitabını okurken altını çizdiğim ve Kağıt Toplayıcı çalışmasının yaratım sürecinde bana katkısı olan alıntıları paylaşacağım.
Zira ruhun ve duyarlılığın olmadığı yerde sanat yoktur orada sadece zanaat vardır.
Sanat gelişimini kendi dışındaki gelişmelere borçludur. Aksi taktirde kendi başına kalan sanat fantezici olur, kendini tekrar etmekten kurtaramaz ve durağanlığa mahkûm olur.
Sanat bir mezarcıda, bir paçavracıda bile kendine estetik bir araç bulmayı bilir ve bir ideali ortaya çıkartmak konusunda, Olympos zihniyetine ihtiyaç duyan birinden on defa daha muktedirdir.
Savaş alanının ressamları David ve Gros’dur. Vernet ise asker kantinlerinin Rafello’sunudur
Büyük ressamların ustalıkları da, tıplı büyük yazarınki gibi basitlikten gelir. Basitlik ilk bakışta çok kolaymış ve herkes gibi konuşmaktan ibaretmiş gibi durur. Bunu bir deneyin, bakalım başarabilecek misiniz?
Yunan sanatı kendini kültleştirmiş ve putperestti. Hristiyan sanatı İsa’dan dolayı spiritüalist ve çileciydi. Rönesans yarı Hristiyan yarı pagandı. Nihayet bunların hepsinden soyutlanarak Hollanda Sanatı doğdu. Hollanda Sanatı Liberalizmden, demokrasiden kendine egemen tip olarak kendine halkı seçmişti.
İDE: Kilise İsa portresi isteniyor. İDEA: Acı çeken İsa, muzaffer İsa vs…ve sonunda da
Nasıl sanatçı ideal aracılığıyla iktidarsızlığa varıyorsa, hayatı din kardeşine model olması gereken din adamı da, Teoloji aracılığıyla ahlaksızlığa varır.
Sanat doğayı olduğu gibi değil olması gerektiği gibi görmektir.
Tüm toplumlar yozlaşır ama bazıları daha fazla yozlaşır.
Ya da tüm devletler bir gün faşizmi tadacaktır.
İşte ne dersen... Neresinden tutarsan, neresinden bakarsan.
Yok etmek istediğiz bir Dini (mit), değeri, kutsalı ve hatta ahlakı, devlete vermeniz yeterli olur.
Devlet önce kavramı kurumsallaştırır ve otoritesini sağlamlaştırmak için kendine bir saç ayağı yapar sonra sivil hayatın kamuyu düzenlemek için kullandığı kavram, devlet tarafından, tabanın hayatını düzenlemek için kullanılmaya başlar. Bu süreç başlayınca kavram ne kadar kutsal ve elzem olursa olsun yozlaşır ve halk tarafından(taban) red edilir.
Bu iki sonuç doğurur. Birincisi: Artık mit (değer, din, ahlak yasası, ideoloji vs) toplumdan yani aslolandan silinir (Dinlerin doğuşu ve ölüşü gibi). İkincisi: Devlet (Egemenler, Burjuva vs) tarafından yok edilen mitin travmasıyla, toplum tarafından devlete karşı topyekûn bir aşağılama başlar ve devlet yıkılır* (Bold kısım Mihail Bakunin Tanrı ve Devletkitabından bir anektod. )
Yani işin özetinde yönetenler, yönetilenlerin elindeki temel motivasyon kaynağını bir tahakküm aracı olarak alıp kullanırsa, yönetilenler bir süre sonra motivasyon kaynağından vazgeçip yönetenleri alaşağı eder ve kendine yeni bir motivasyon kaynağı yaratırlar.
Bu durumu yakın tarihimizdeFransız devriminde görebiliriz:Kral ve Hıristiyanlık alaşağı edilip yerine Cumhuriyet ve Aydınlanma tahsis edilmiştir.
Sonuç olarak:
Her gelen zamanla kendi egemenlerini ve kendi yozlaşmalarını beraberinde getirmiştir.
Peki sonuç?:
Bunca ölüm ve yaşananlar boşamı gitmiştir?
İnsanlığın(uygarlık) hiç bir çıkarı olmamış mıdır?
Tabii ki olmuştur. Tecrübe, ulusal hafıza, aydınlanma ve yaşanan bütün acılar bir ulusun karakter hafızasında yerini almış, ulusun karakterini oluşturmuştur.
Neyse aşağıdaki film de aslında bu sürecin küçük bir kesitini güzel bir biçimde yansıtmış değerli bir çalışma tavsiye ederim.