Anarşist düşünür P.J Proudhon’un Sanatın Prensibi kitabı üzerine felsefi muhabbetler... --- Video Metin Kısa Özet Anarşist J.P Proudhon- Sanatın Prensibi Proudhon Fransız bir anarşist düşünür ve en bilindik kitabı ise Mülkiyet Nedir? Her halde akıllar da yer etmiş en bilindik sözü de “Mülkiyet Hırsızlıktır” Emin olun eğer kirada oturuyorsanız bunu çok daha iyi anlarsınız. Şimdi sizlere Sanatın Prensibinden bahsedeyim. Kısaca genel bir özet yapmış ve tüm sanat tarihini şu şekilde özetlemiş. Yunan sanatı kendini kültleştirmiş ve putperestti. Hristiyan sanatı İsa’dan dolayı spiritüalist ve çileciydi. Rönesans yarı Hristiyan yarı pagandı. Nihayet bunların hepsinden soyutlanarak Hollanda Sanatı doğdu. Hollanda Sanatı Liberalizmden ve demokrasiden kendine egemen tip olarak, kendine halkı seçmişti. Ayrıca Proudhon sanatı ide ve idealar dünyası diye ikiye ayırarak açıklıyor ve şöyle diyor. İDE: Kilise İsa portresi isteniyor. İDEA: Acı çeken İsa, muzaffer İsa, şefkat dolu isa, masum isa. Nasıl sanatçı ideal aracılığıyla iktidarsızlığa varıyorsa, hayatı din kardeşine model olması gereken din adamı da, Teoloji aracılığıyla ahlaksızlığa varabilir. der Proudhon. ve burada ki temel düşünce ide den kopan ve sadece ideal üzerinde yoğunlaşan sanat ve din ki ikiside idealisttir. Toplumu yozlaştırır der. --- Pierre Joseph Proudhon - Sanatın Prensibi Pierre Joseph Proudhon - Mülkiyet Nedir Frans De Waal - İçimizdeki Maymun? Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi --- Zbigniew Preisner : Requiem for My Friend https://youtu.be/rB_EY3M3lvM
Kısa ve ilginç bilgiler başlıklı, bilimsel çizgi roman serisinden, ilk çizdiğim Antropik İlke Nedir? çalışması. Aslında ilk olarak bitirmeden yayınlamayı düşünmediğim fakat sonrasında konsepte başlamadan önce konuyu sabitlemem gerektiğini fark ettiğim seri. Neticede bilim bir derya. "Ben bir yerden başlayalımda... kervan yolda düzülür"dedim fakat sonrasında olaylar çıkmaza girince iptal ettiğim. Şimdi elimde bulunan 3 adet çizgi roman sayfasını,günler içinde siz milyonlarla paylaşacağım.Sonrasında düzgün bir konu belirledikten sonra çizgi roman çalışmama tekrar başlayacağım. Güzel günler. - selametalkan.com
Ne Düşünmüştüm? Soru: Tanrı ve hayvan arasındaki ortak nokta nedir? Kağıt Toplayıcı, Tanrı ve Toplum çalışmasından bahsetmeden bu süreçte Proudhon'un Sanatın Prensibi kitabının beni sarstığını söylemek zorundayım. Kitaptan alıntıları sizinle yazının sonunda paylaşacağım. Kağıt Toplayıcı çalışmasına dönecek olursak:Kağıt Toplayıcının yolu onun hayatını temsil ediyor. Ömrünün uzay zamandaki karşılığını. Siyah olan kısımlar ise toplumu, kediler: bilinçsizliği, yolun sonundaki siyah silüet ise tanrıyı temsil ediyor yani yüksek bilinçliliği. Tanrının ve toplumun ortak renklerde olması aralarındaki paralelliğe gönderme yapıyor.
Kağıt Toplayıcının arkasında kalan papatya Kağıt Toplayıcının umutlarını ve umutlarını ömrünün sonuna doğru geride bıraktığını anlatıyor. Sonuç olarak: Kağıt Toplayıcı, Tanrı ve Toplum çalışması, toplumun bireyin üzerindeki kötülüğünün sıradanlığını anlatıyor. Buradaki asıl mesele kötülük! Toplumun Kağıt Toplayıcı üzerindeki kötülüğü... Dünyanın bu halde olmasına sebep olmayan kişinin, dünyanın bu halde olmasına sebep olan kişilerin hizmetkarı olarak yaşamak zorunda bırakılması, safi kötülükten başka bir şey değildir. Tam da burada ileride çok katılamayacağım bir şey anlam kazanıyor. "En büyük kötülükleri yapanlar, hatırlamayanlardır." - Hannah Arendt Evet Kağıt Toplayıcıya bunu yapanlar onun için üzülürken sürecin buraya nasıl geldiğini hatırlamıyor ve hatta yaptıkları şeyin farkına bile varmıyorlar. Tam da şimdi en baştaki soruya gelelim. Tanrı ve hayvan arasındaki ortak nokta nedir? Tanrı ve hayvanın ortak noktası kötülük yapamaz olmalarıdır. Saf bilinç ve saf bilinçsizlik yüzünden kötülük yapmaları imkansızdır. Acı verebilirler, canımızı yakabilir ya da bizi öldürebilirler ama bunu kötülük yapmak için yapmazlar / yapamazlar. Kötülüğü sadece insan yapabilir çünkü insan saf değildir. Kağıt Toplayıcı çalışmasında da kötülük tanrıdan ya da hayvandan değil toplumdan kaynaklanır.
Belki toplum Harent'in de dediği gibi bunu bilinçsizce yapıyor olabilir kötülüğü sıradanlaştırdığı için ama bu bilinçsizlik hali de en basit mantıkta insanı hayvanlaştırıyor. Oysa bütün toplumsal suçların temelinde insanın tanrılaşma çabası yatar.
İşte bu da hayatın ironisi.
Proudhon Sanatın Prensibi
Şimdi sizlerle Proudhon'un Sanatın Prensibi kitabını okurken altını çizdiğim ve Kağıt Toplayıcı çalışmasının yaratım sürecinde bana katkısı olan alıntıları paylaşacağım.
Zira ruhun ve duyarlılığın olmadığı yerde sanat yoktur orada sadece zanaat vardır.
Sanat gelişimini kendi dışındaki gelişmelere borçludur. Aksi taktirde kendi başına kalan sanat fantezici olur, kendini tekrar etmekten kurtaramaz ve durağanlığa mahkûm olur.
Sanat bir mezarcıda, bir paçavracıda bile kendine estetik bir araç bulmayı bilir ve bir ideali ortaya çıkartmak konusunda, Olympos zihniyetine ihtiyaç duyan birinden on defa daha muktedirdir.
Savaş alanının ressamları David ve Gros’dur. Vernet ise asker kantinlerinin Rafello’sunudur
Büyük ressamların ustalıkları da, tıplı büyük yazarınki gibi basitlikten gelir. Basitlik ilk bakışta çok kolaymış ve herkes gibi konuşmaktan ibaretmiş gibi durur. Bunu bir deneyin, bakalım başarabilecek misiniz?
Yunan sanatı kendini kültleştirmiş ve putperestti. Hristiyan sanatı İsa’dan dolayı spiritüalist ve çileciydi. Rönesans yarı Hristiyan yarı pagandı. Nihayet bunların hepsinden soyutlanarak Hollanda Sanatı doğdu. Hollanda Sanatı Liberalizmden, demokrasiden kendine egemen tip olarak kendine halkı seçmişti.
İDE: Kilise İsa portresi isteniyor. İDEA: Acı çeken İsa, muzaffer İsa vs…ve sonunda da
Nasıl sanatçı ideal aracılığıyla iktidarsızlığa varıyorsa, hayatı din kardeşine model olması gereken din adamı da, Teoloji aracılığıyla ahlaksızlığa varır.
Sanat doğayı olduğu gibi değil olması gerektiği gibi görmektir.
Tüm toplumlar yozlaşır ama bazıları daha fazla yozlaşır.
Ya da tüm devletler bir gün faşizmi tadacaktır.
İşte ne dersen... Neresinden tutarsan, neresinden bakarsan.
Yok etmek istediğiz bir Dini (mit), değeri, kutsalı ve hatta ahlakı, devlete vermeniz yeterli olur.
Devlet önce kavramı kurumsallaştırır ve otoritesini sağlamlaştırmak için kendine bir saç ayağı yapar sonra sivil hayatın kamuyu düzenlemek için kullandığı kavram, devlet tarafından, tabanın hayatını düzenlemek için kullanılmaya başlar. Bu süreç başlayınca kavram ne kadar kutsal ve elzem olursa olsun yozlaşır ve halk tarafından(taban) red edilir.
Bu iki sonuç doğurur. Birincisi: Artık mit (değer, din, ahlak yasası, ideoloji vs) toplumdan yani aslolandan silinir (Dinlerin doğuşu ve ölüşü gibi). İkincisi: Devlet (Egemenler, Burjuva vs) tarafından yok edilen mitin travmasıyla, toplum tarafından devlete karşı topyekûn bir aşağılama başlar ve devlet yıkılır* (Bold kısım Mihail Bakunin Tanrı ve Devletkitabından bir anektod. )
Yani işin özetinde yönetenler, yönetilenlerin elindeki temel motivasyon kaynağını bir tahakküm aracı olarak alıp kullanırsa, yönetilenler bir süre sonra motivasyon kaynağından vazgeçip yönetenleri alaşağı eder ve kendine yeni bir motivasyon kaynağı yaratırlar.
Bu durumu yakın tarihimizdeFransız devriminde görebiliriz:Kral ve Hıristiyanlık alaşağı edilip yerine Cumhuriyet ve Aydınlanma tahsis edilmiştir.
Sonuç olarak:
Her gelen zamanla kendi egemenlerini ve kendi yozlaşmalarını beraberinde getirmiştir.
Peki sonuç?:
Bunca ölüm ve yaşananlar boşamı gitmiştir?
İnsanlığın(uygarlık) hiç bir çıkarı olmamış mıdır?
Tabii ki olmuştur. Tecrübe, ulusal hafıza, aydınlanma ve yaşanan bütün acılar bir ulusun karakter hafızasında yerini almış, ulusun karakterini oluşturmuştur.
Neyse aşağıdaki film de aslında bu sürecin küçük bir kesitini güzel bir biçimde yansıtmış değerli bir çalışma tavsiye ederim.
" Delice gelebilir ama bir an gerçekten yıkılıyor işte diye düşündüm. Tabii sonra ne tufan, ne de Utnapiştim. "
2017 Kışında, İstanbul'da modern dünyanın nasıl da doğa karşısında aciz kaldığına şahit oldum. Tabii bu beni çok mutlu etti. Mao'nun dediği gibi "Kağıttan kaplanlar" sözü aklıma geldi. İşte modern dünya için de bunu diyebiliriz. "Kağıttan kaplanlar" Doğa karşısında, kibirli modern dünya nasıl da diz çökmüştü. Delice gelebilir ama bir an gerçekten yıkılıyor işte diye düşündüm. Tabii sonra ne tufan, ne de Utnapiştim. Kıssadan hisse: Umut ve bu heyecanımı hatırlayınca çizmek için böyle bir kurgu yarattım. Çocukça geliyor biliyorum ama Umarım bir gün modern dünya yıkılır ve herkes özgür kalır.
Aslında Şahmeran bir Pers Mitolojisi ama olayların cereyan ettiği yer Mersin/Tarsus olduğu için Antik Anadolu Serisi'ne ekmele gereği duydum. Tabii bunun yanında Anadolu'da da benimsenmiş bir motif olmasının payı var. Mitolojik bir kahramana göre fazla iyilik sever. Her halde bu yüzden, halen daha Mersin'de haksız yere öldürüldüğü için Şahmeran'ın bir gün intikamını alacağı ve şehri yılanların basacağı söyleniyor. Çizim sürecinde: Şahmeran'nın sadece başının çizilmesi Cemşab ve Şahmeran'nın hikayesine saklı bir gönderme. Sonra bir adım daha ileri giderek yüzünün diğer tarafını da çizmekten vazgeçtim. Çünkü bu gereksiz bir tekrar olacaktı. Sona doğru: ortak bir mitoloji olduğunu için Türk(Selçuklu) ve Pers motiflerini çalışmaya ekledim.
Ne Düşünmüştüm? Antik Anadolu Serisi'nin bir parçası olarak Zeugma; Genel olarak "Çingene Kız" olarak da bilinen eser MÖ 300'de Gaziantep'inNizipilçesinde bulundu. Bulunduğu kenti Romalılar inşa etmiş ve zamanla bir çok medeniyet tarafından el değilmiş bir şehir burası. Bazı eserlerin üzerine katacak çok bir şey bulamıyorum. O kadar Anadolu'nun logosu haline gelmiş ki Zeugma, fesinin içine, yine Anadolu deyince ilk akla gelen şeyi, yani bir buğday tarlasını çizebildim.
Antik Anadolu Serisi'nin bir parçası olarak Göbeklitepe; Bilinen en eski yapı İngiltere'deki Stonehenge MÖ 3.000. Tabii O zaman Türkiye'de olan Göbeklitepe'den(MÖ 10.000) kimsenin haberleri yoktu.Burada üstünde durmak istediğim şey kültürlerarası bir sidik yarışı değil! Buradaki mesele: Göbeklitepe'nin uygarlık tarihini kronolojik olarak değiştirmiş olması. Bildiğiniz üzere insanlar ilk önce avcı-toplayıcı olmuş sonra tarımın keşfiyle yerleşik topluma geçmişlerdir. En nihayetinde yerleşik hayatla birlikte din kavramı ortaya çıkmış ve tapınaklar inşa edilmiştir. Hah, işte o öyle değilmiş. Buradaki matematik önce yerleşik hayat sonra dindi ama Göbeklitepe'nin bulunmasıyla anlaşılıyor ki bunu inşa edenler yerleşik hayata geçmemiş. Hala avcı-toplayıcı bir toplum olmalarına rağmen Göbeklitepe'yi inşa etmişler. Üstüne üstlük geçici olarak bir de şantiye de kurup küçükte bir tarım alanıyla işçilerin karınını doyurmuşlar ve bu zannedildiği gibi MÖ 3.000'de değil, ondan tam 7.000 yıl önce MÖ 10.000'de yapılmış.
Peki kim bu Şanlı Urfalılar? Konuyla çok ilgili değilim ama akıl yürütüyorum. Şanlıurfa'nın eski bir Ermeni şehri olduğunu biliyorum. Tabii Ermeni'lerin MÖ 1000'de orada olma ihtimalleri nedir onu bilemem. Ama Ermenilerin sanatta ve taş oymacılığında bayağı iyi oldukları bilindik bir gerçek. Belki de bu bizim Urfalılar, eski dostumuz yeni "düşmanımız" olan Ermeniler olabilir. Belki öyledir, belki de hiç alakası bile yok. Buraya yazıyorum sadece. Yazmamım sebebi de bir gün öyle çıkarsa ben demiştim diye hava atmak. :)
Şimdi bunu okuyan "milliyetçi" arkadaşların ayranları kabarabilir ama bu konuda onlara iki çift lafım var: Abi! 2071'de Anadolu’ya gelişimizin 1000. yılı olacak. Hala kendinizi misafir gibi hissedip ezikleniyorsanız Alparslan size daha ne etsin yahu!